Türk Toplumunun Fotoğrafı
Almanya’da bölük pörçük bir durumda yaşamını sürdürmeye çalışan toplumumuz bu parçalanmış haliyle Almanya kamuoyunda sesini ve tepkisini yeterli ölçüde malesef duyuramamaktadır. Bunun ağır faturasını da yine Türk toplumu ödemektedir. Kimisi yıllardır kahvehane köşelerine kapanmış, kimisi derneklerin ideolji kokan yosunlaşmış havasından kurtulamamış, kimisi ise uyur gezer bir halde yaşamaya çalışan bir toplumun sesini ve tepkisini göstermesi düşünülemez elbette!
Halen Türkiye’nin 60-70’li yıllarında yaşayan, sağcı-solcu, komünist-ülkücü, hucu-bucu gibi çeşitli guruplara bölünerek örümcekleşmiş kafa yapılarıyla hareket eden, kendi kendisiyle sürekli kavga halinde olan, birbirine önyargılarla yaklaşan, kendi arasına mesafe koymuş, kendisiyle barışıp uzlaşamamış olan toplumumuz da, herkes kendi ideolojisine ve dinazoruna bir ilahi kudret kılıfı uydurarak kendisini bir ötekisinden üstün görme zaafiyetine kapılmıştır… Bir öteki nokta ise toplumun büyük bir kısmının beden burda ruh Türkiye’de haliyle yaşıyor olmasıdır. İşte Almanya veya Avrupa’daki toplumumuzun halini kısaca böyle özetleyebiliriz.
Toplumumuzun dününe ve bugününe baktığımızda ve bu coğrafyada ki diğer toplumlarla karşılaştırdığımız da; cezaevlerinde en çok genci bulunan uyuşturucuya bulaşmış en çok gençliğe sahip olan, geleceği meçhul olan ve kültürünü kaybetme safasına gelmiş toplumlar arasında ilk sırada olan toplum olarak kendi toplumumuzu görüyoruz. 40 yılldır bu coğrafyada var olan ancak varlığı kırk sinek kadar bile görülemeyen Türk toplumunun fotoğrafı bu. İsteyen üzülsün, i steyen sitem etsin, isteyende tepki göstersin.
İdeolojisini öldürmüş, sınırlarını kaldırmış, toprak ve millet kutsallığını aşarak küreselleşmiş ve güç birliği oluşturmuş bu coðrafya da böyle bir toplumun varlığını ne kadar sürdürebileceği ise tartışma konusudur. Geçmişe bakarak bir analiz yaptığımızda; bölük pörçük, kavgalı ve kendisiyle uzlaşamayarak halen çağın gerisinde yaşayan toplumumuzun kendisinden kaybettiği değerlerin yanısıra bu coğrafyaya ait neleri kaybettiğinide çok rahatlıkla g örebiliriz. Mesela ağır aksak yürüyen çifte vatandaşlık, olur olmaz sınırdışıları, halen yabancılık konumu, aile birleşimi, aile birleşiminden doğan işçilik statüsü, işssizlikte uygulanan standartlar, çocuk vizesi, anadil dersi, İslam din dersi vesaire vesaire.
Herkesin kendisini geri plana atarak birilerinden birşeyler yapılmasını beklediği, birilerini “kurtarıcı” gördüğü, kurtarıcı olarak görülen sivil kitle örgütleri, kurum ve kuruluşların başlarında ki kişilerin de belli bir şan ve şöhretten sonra “sözü ve özlerinin” birbirini tutmamaya başladığı halimizle bu coğrafyada rağbet görmemizin, sesimizi ve tepkimizi duyurabilmemizin olanaksız olduğunu belirtmekte yarar vardır… Alman kamuoyunun yıllardır arayıpta bulamadığı “Türk toplumunun muhattabı”nı artık oluşturulacak bir heyetle belirlemek zorundayız. Bir an önce ideolojilerimizi bertaraf edip birlikte hareket etmenin zamanı geldi, geçiyor bile! Gerçi bir çok konuda “Geçti Bor’un pazarı sür eşşeği Niğde’ye” deyimi doğru olsa bile henüz vakit geçmemiştir diye düşünüyorum. Bilmem yanılıyormuyum!
Aktüel Gazetesi, Ekim 1999