VAR OLMANIN DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ
21. yüzyılın eşiğine gelindiği şu günlerde dünya da globalleşmenin tamanlamıyla yerleşmiş olduğuna ve kendini globalleşme kervanına katan ülkelerin geçmişteki ve bugünki yapılanmaları arasında dehşet verici farkların ortaya çıktığına çok açık bir biçimde tanık olmaktayız.
Globalleşme kervanına katılan 20. asrın diktatörlükleri, yerlerini teklojik imkanlara bırakarak dünya ötesi yaşamı keşfetmenin yollarını aramakta ve dünya ötesi kaynakları kullanmanın tadını çıkarmakta oldukları çok rahatlıkla göze çarpmaktadır. Yüzyıllar sonraya ayarlanmış ekonomiler, uzay da istasyonlar kurmalar, altyapı düzenlemeleri, sağlık ve eğitim olanaklarının yanı sıra, insanın dünya da misafir olduğu ve en iyi şekilde ağırlaması kanaatinin hakim olması bir çok ülkeyi geçmişten geleceğe dehşet verici farklarla taşıyan olgulardan sadece bir kaçıdır. Oyasa daha dünün dikta ve despot devletlerinde bugün, insan hak ve hürriyetlerinin engellenemez olduğu ve insanın dilediği gibi düşünme, konuşma, giyinme hatta bunları eyleme dönüştürme gibi özgür iradelerinin garanti altında olduğunu çok açık bir biçimde hepimiz görmekteyiz. Demek oluyorki; globalleşme bilim ve teknikle insan değerinin yoğrulmasından ortaya çıkmıştır.
Örneðin üzerinde yaşadıımız Avrupa coğrafyasına baktığımız zaman toprak kutsallığının aşılarak arada ki sınırların kaldırıldığı, ortak para birliğine geçildiği, multi-kültürler oluşturularak millet olgusunun deşifre edildiği ve kul olgusuna hakimiyet kazandırıldığını ve bir din birliğinin temellerinin sağlamlaştırıldığını görmekteyiz. Yani Avrupa globalleşen dünya ile beraber bir de kendi etrafında globalleşmeyi başarmıştır…
Osmanlı’yı Osmanlı yapan temel öğelerin başında da globalleşme gelmekteydi. Zira Osmanlı İmparatorluğu temellerini yüzyıllar önce bugünki globalleşmeyi andıran bir sistemin üzerine kurmuştu. Bügün 700. yıl kutlamaları yapılıyorsa ve halen Osmanlı’ya özlem duyuluyorsa temel esas o günkü globalleşmedir. Yani Osmanlı İmparatorluğu’nun yüzyıllar önce temellerini attığı yaşam düzenini ve kalitesini Avrupa veya gelişmiş diğerbatı ülkeleri yüzyıllar sonra ki teknolojik imkanları kullanarak yeni dünyadüzeni ( globalleşme ) adı altında sunmaya çalışmaktadır.
Ancak Osmanlı İmparatorluğu’nun kalıntısı olan coğrafyalar Ortaçağ hatta İlkel çağlar da bile rastlanamayacak uygulamalara gebe kalmışlardır. Afrika, Balkanlar, Ortadoğu, ve Asya gözümüze çarpan coğrafyaların başında gelmektedir. Bunların yanı sıra Osmanlı’nın torun ve mirasçısı olan çoğrafya da ise o uygar ve yüzyıllar önce yüzyıllar sonrası düşünülerek atılan temellerin yerinde despot ve dikta rüzgarların en şiddetli haliyle esmekte olduklarını görüyoruz. Atalarının mirasına sahip çıkamadıkları gibi o mirası kopyalayarak yeni dünya düzeni adı altında sunmaya çalışan çoğrafyaların içlerine girmeye çalışmakta fakat her seferinde kapılar yüzlerine kapanmaktadır…
17. yüzyılın başlarında ki Fransız İhtilali ile başlayan hareket sonrası; devlet yapılanmaları dinleri siyaset dışı bırakmaya çalışmışlarsa da 20. yüzyılın sonların da yaptıklarının yanlış oduðğu kanaatine varıp ve dinlerin belli başına birer siyaset olduğunu anlayıp her zaman güçlü olabilmek, refah, huzur içinde yaşamak ve atmosferi yarıp dünya ötesine uzanmak için bir güç birliği (globalleşme) oluşturmanın yollarını aramışlar ve bunun da ancak bağlı bulundukları dinin ışıkları altında gerçekleşebileceği gerçeğine kanaat getirmişlerdir. İşte o tarihlerden beridir özellikle 21. yüzyılın başlarından itibaren dünyada ki sistemler tekrar mevcut dini temeller üzerine oturtulmaya başlanmıştır.
Ancak bu gerçekleri kabullenmek istemeyen sistemler ise halen kendilerine bir yer edinemedikleri gibi, ne dünya ile ne kendi etrafı ile ne de kedi kendisi ile bir globalleşme (güç birliği) oluşturamayarak kendilerini globalleşen dünya çarkının dişleri arasında parçalanmaya mahkum etmektedirler. İşte var olmanın dayanılmaz hafifliği buradan kaynaklanıyor.
Aktüel Gazetesi Temmuz 1999