ŞİİRIN YALNIZLIĞI
Sözün sustuğu yerde şiir başlar’ diye bir söylem vardır dilimizde.
Doğrusunu söylemek gerekirse bu sözün üzerine söylenebilecek daha iyi bir söz bulunamaz… Siir sözcüklerle güzel bicimler kurmak, minareler yapmak sanatı olduğuna göre; sanat eserlerinin elementlerine değilde ortaya cıkan sekle bakılır. Yani bir mimar güzel bir minare yapmıssa onun yaptığı minarenin kumuna, tuğlasına, demirine bakmayız da minarenin güzelliği karsısında gözlerimiz kamasır. Yada bir ressamın tablosunda kullandığı kalemler, boyalar bizi hic ilgilendirmezken tablonun güzelliği insanı kendisine ceker. Siir de böyledir. Tamamiyle sözcükler mimarisi yani sözcüklerden ibaret olmasına rağmen hic kimse sözcükleri umursamaz. Fakat o sözcüklerin olusturduğu misralar insanı alıp farklı dünyalara götürür ve o dünyaların tadılmamıs güzelliklerini tattırır. …iste o anda ‘Söz susar siir baslar.’
Herkesin hayatin akısı icerisinde biryerlere yazdığı bir siiri vardır. Veya her insan hayatında bir defa da olsa siirimsi sözler mirildanmıstır kendi kendine. Cünkü siir de ask, gurbet hasret vefa dostluk vb duygular vardır. Bunlardan yoksun insan olmayacağina göre demekk ki her insanın icin de bir sairlik ruhunun olmasıı doğaldır. Bu bağlamda yüzde doksanı sair olan toplumumuzda siirin yalnız olması düsünülemez. Ancak madalyonun öteki yüzüne baktığımız zaman durum hicte böyle değil ! Siir cokca yazılan bir yazın türü olmasına rağmen en az okunan, en az ilgi duyulan bir yazın türü olarak karsımıza cıkıyor. Gerci okuma özürlü bir toplum olmamızdan kaynaklanan bir durumdur ama kitaplarin yasaklandığı, siir yazanların, siir okuyanların tutuklandığı, vatan hainliğıyle suclandığı psikolojiyi de gözardı etmemek gerekir. Böyle bir toplumda siirin sevilebilmesi, okunabilmesi elbette mümkün değildir.
Üstad Necip Fazil Poetika’sında ki ‘Siir ve Devlet’ makalesin de “Siirin öbür sanat subeleri gibi, mutlaka devlet eliyle müesseselesmesi, sair’in de ekmek kaygısı cekmeksizin düsünebilmek, duyabilmek ve yazabilmek icin devlet bütcesinden gecimini temin etmesi ve karsiliğinda da devlete, onun milli kitapliğını zenginlestirmekten baska hicbir sey vermemesi gerktiğini” vurgulayıp ”Sanatkarı kendi eliyle müesseselestiren devlet, onu sefalete mahkum edici bünyeden arındırarak hür bünyelere kavusturmalı ve her sanatkarı ayrı ayrı muhakeme ve o ruhun hükmüne göre muammele etmeli, onu tıknefes etmeden kendi ideolojisini dayatmadan saf ve halis bütün sanata sahip cıkmalı, sair ve sanatkarın davası ne olursa olsun ölümsüz eserler ürettiginde tacını devlet eliyle giymeli” diyerek taa o yıllarda siir, sair, devlet ucgeninde ki vazifelerin altını cizip siirin yalnızlığa terkedilmemesi gerektiğini belirtmesine rağmen bugüne dek bu alanda kayda değer bir adım atılmadığı gibi üstüne üstlük siir yazanlararın, siir okuyanların tutuklanarak iceri atıldığına sahit olduk.
Edebi ve sanat dünyasını gelistirmek icin sanatkara ilk desteği vermesi gereken devlet ‘köstek’ olunca siir dar bir alanda sıkısıp kalıyor. Siir otoriteleri devlet desteğini bulamayinca ‚siir öldü’ naraları atarak kendi etraflarında dönerken yayın evleri de o bildik uc-bes sair kadrosuyla yayın yapıp diğer sairlerin önüne bir bend cekiyor ve bir anlamda siir en yetkili merciler tarafindan yalnızlığa terk edilmis oluyor… Böylelikle hem Türk edebiyatına darbe vuruluyor hemde Turk siirinin gelismesi engellenmis oluyor. Oysa daha gun ısığına cikmamıs nice siirler, kesfedilmeyi bekleyen nice cevherler var! Siir severler devletin dayattığı ve yayınevlerinin kitaplarını yayınladıgı o bildik uc-bes sairin siirlerini okumaktan bıkmıs, farklı sairlerin siirlerini de dağarcıklarına alarak farklı dunyalarin tadına varmak istiyor!
Devlet ve yayinevlerinin desteğini bulamayan bir cok sair siirlerini matbaalarda kitaplastırarak kendi imkanlariyla okuyucuya sunmaya calısıp siirin ayakta durmasına yardımcı oluyor. Öteyandan son zamanlarda siir kasetleri furyası ve her radyo kanalında belli saatlerede yayınlanan siir programları da siirin ayakta durmasina yardımcı olmaktalar. Ancak hicbir yerden destek görmeyen ve yalnızlığa terk edilen siirin böylelikle ayakta durması sağlanabilinecek mi bilemiyorum!
Bir çok yayın evinin editörlüğünü yapan aynı zaman da sayısız şiir, roman deneme ve araştırma kitaplarına imzasını atan Metin Önal Mengusoğlu üstadımla bir sohbet esnasında bana “Türkiye’nin en iyi şairlerinin şiir kitaplarını 1.000 adet basıyoruz ancak yarısından fazlası elimizde kalıyor” demişti. Durum öyle gösteriyor ki günümüzde siirin yalnizlığa terk edilmesinin sebebi okuyucu da değil devlet ve siir otoritelerinin ilgisizliğinden kaynaklaniyor. Bir ulusun tarihinde ki ak sayfaları olan ayni zamanda edebiyatin temeli olan siiri, okuyucuya tekrar sevdirebilmek, tekrar cazip hale getirebilmek icin birilerinin birseyler yapması gerekiyor. Aksi takdirde siir bu yalnızlıktan kurtulamayacağı gibi cok yazılan ama az okunan bir yazın türü olarak varlığını sürdürecektir.