İlaçlar, Hastalıklar Sömürü Ve Kitle İmha Silahı mı?
Birçok ilimizde devasa şehir hastaneleri inşa ediliyor. Bu hastanelerin her biri bir ilçe nüfusu kadar personel barındırıyor. Mevcut olan devlet hastaneleri de faaliyetini sürdürüyor. Ayrıca bir sürü özel sektör hastaneleri var. Birde her mahallede bir aile hekimliği var.
Hangi hastaneye gitseniz tıklım tıklım. Adım atmakta zorluk çekiyorsunuz. Doktorlardan randevu almak bir zulüm haline geldi. 15 günden önce randevu almanız neredeyse mucize. Hastane poliklinikleri gündüzleri tıklım tıklım olunca, geçen yıl sağlık bakanlığı “Hastane poliklinikleri artık gece yarılarına kadar hizmet verecek” diyerek yeni bir uygulama başlattı. Gece yarılarında gittiğiniz de gündüzleri aratmayan bir kalabalık var…
Bir ülkede neden bu kadar çok hastane olur anlamış değilim. Ülke nüfusumuz 50-60 milyon iken bu kadar hastane yoktu, bu kadar doktor yoktu, bu kadar hasta ve hastalık ta yoktu. Şehirlerimiz bir iki hastane ile yetiniyordu. Şimdi ne oldu da bu kadar hastane var ama yetmiyor? …Bu işte bir gariplik olduğu kanaatindeyim.
Kuş uçsa, hava bulutlansa, gök gürlese hastalık sebebi. En ufak bir şey de insanlar hasta ve ilaç bağımlısı oluyor. Şeker yutar gibi ilaç kullanıyor, sakız niyetine hap çiğniyor. Hepsi de kimyasal ilaçlar. Ve işin aslı bu ilaçlar öyle sanıldığı kadar masum değiller…
Son zamanlar da ortaya çıkan ebola, aids, sıtma, kolera, tifüs, humma, sars, veba, kırım Kongo, deli dana, kuş gribi, domuz gribi gibi birçok hastalığın laboratuvar ortamında geliştirilerek havaya, suya, bitkilere, hayvanlara bulaştırıldığı ve sonrasında ise insanların bu hastalıkları kaptığı yapılan çalışmalarla tespit edilmiştir.
Ayrıca birçok hastalığın gıdalar yoluyla bulaştığı da bilinmektedir. Küresel ilaç şirketleri gıda firmalarıyla birlikte hareket ederek yediğimiz içtiğimiz birçok şey sayesinde vücudumuza virüsler yayıp hastalıklara davetiye çıkartmaktadırlar.
Kısacası İlaç firmaları önce laboratuvarlarda virüsleri geliştiriyor. Hava su bitki hayvan ve gıda yoluyla insanları hastalandırıyor, daha sonra da hastalıkların aşısını ve ilacını üretip insanları sömürüyor.
Bu tür söylemler basın ve medya da sık sık yazılıp çiziliyor. Basın ve medya ya yansıyan bazı haberlere bakıldığında madalyonun öteki yüzünü görmek hiçte zor değil…
Hatırlanacağı gibi araştırmacı Dr. Ron Fouchier’ın 2012’de Hollanda Erasmus Tıp Merkezi’nde gelinciklere mutant virüsler enjekte edilerek yaptığı deneylerde elde ettiği havadan bulaşabilen H5N1 Kuş Gribi virüsünün teröristlerce biyolojik silah olarak kullanılabileceği endişesiyle 56 bilim adamı, Avrupa Birliği Komisyonu’na bir mektup yazarak bu tür kuş gribi araştırmalarının ”Global bir salgına neden olabileceği” uyarısı yapmıştı…
2014 Temmuz ayında ABD’de Wisconsin-Madison Üniversitesi’nde Profesör Yoshihiro Kawaoka, H1N1 virüsünün yeni bir mutantını geliştirdi. Uzmanlar çok tehlikeli olan Kawaoka’nın virüsünün, tüm insanlığı yokedebilecek kapasitede olduğu, laboratuvardan ”sızdırılması” halinde tüm dünyayı savunmasız bırakabileceği, ilk salgında en az 500 milyon kişinin ölümüne sebebiyet verebileceği ve yayıldıkça önüne geçilemez biçimde kendi mutantlarını üreterek insanoğlunun sonunu getireceği görüşlerini kamuoyuna paylaştılar…
Teksas Ünüversitesinde öğretim görevlisi olan Prof.Dr. Eric R. Pianka, Teksas Bilimler Akademisin de yaptığı bir konuşma da “Dünya kaynakları bugünkü dünya nüfusuna yetmiyor, yakın zaman da kaynaklar tükenince insanlık yok olacak. Bunun için dünya nüfusunun küçülmesi gerekir ama savaş ve açlık dünya nüfusunu küçültmez AİDS iyi bir yöntem gibi görünüyor ancak çok yavaş seyredip az insan öldüreceği için etkili değil. Ebola çok hızlı ve kolay yayılan bir hastalık. Ödürme oranıda çok yüksek. Dünyanın çeşitli yerlerinde Ebola salgını yaratırsak insanların yüzde doksanı ölür bu sayede kalan yüzde 10 luk kesim refah içinde yaşar” dedi…
ABD Delaware Üniversitesi’nde görevli Profesör Cyril Broderick, Ebola salgınından en fazla etkilenen ülke olan Liberya’nın en büyük gazetelerinden Daily Observer’a yazdığı makalede, öldürücü virüsün, ABD’nin yürüttüğü biyo-terörizm deneylerinin bir sonucu olduğunu öne sürdü. Liberya doğumlu ABD vatandaşı profesör, makalesinde şu görüşleri kaleme aldı: “Afrika’nın kaynaklarını yasadışı şekilde kontrol etmek amacıyla, başta Afrika olmak üzere, dünya nüfusunu azaltmak için Ebola’yı kullandılar… ABD Savunma Bakanlığı’nın, Ebola salgını Gine ve Sierra Leone’de başlamadan sadece haftalar önce, insanlar üzerinde Ebola deneyleri yapılması için fon sağladığına dair raporlar var. ABD, Kanada, Fransa ve İngiltere, Ebola testlerinin yapıldığı bu tiksindirici ve şeytani işlere karıştı.” Profesör daha da ileri giderek hastalığa karşı mücadele veren Sınır Tanımayan Doktorlar, Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ve Hastalıkları Kontrol Merkezi’ni (CDC) de ‘bu işin içinde’ olduğunu öne sürdü. Washington Post Gazetesi bu makaleyi sayfalarına taşıdı…
Dünyanın en büyük ilaç şirketlerinden birin de görevli olan Roland Digelman bir itirafta bulundu. İlaç şirketleri için tedavi edilmiş her hasta kaybedilmiş bir müşteri demektir. Çoğu ilaç şirketlerinin felsefesi “Öldürmeyin ama sakın iyileştirmeyin” şeklindedir. Kanser, şeker, tansiyon, kalp, kemik erimesi bu hastalıklar şirketler için altın yumurtlayan tavuklardır. İlaç şirketleri kansere tedavi aramıyor. İnsanları kanserli bir şekilde daha uzun süre sömürmeyi hedefliyorlar…
Laboratuarlarda üretilen bazı virüslerin ve ilaçların dünyadaki nüfus artışını kontrol altına almak için bir tür nüfus planlama aracı veya da biyolojik bir kitle imha silahı olarak kullanıldığını da unutmamak gerekir.
Amacımız tüm ilaç firmalarını rencide etmek değil. Lokman hekim misali insanlığa şifa üreten ilaç firmalarına teşekkür etmeli onları ayrı bir yere koymalıyız. Ancak madalyonun öteki yüzünü de görmemiz gerekir. Açıkça görüldüğü gibi birçok hastalık laboratuarlar da üretilerek insanlık sömürülmektedir. Çok dikkatli olmamızda fayda var.